6 Temmuz 2016 Çarşamba

Girizgah



Selamlar!

Buraya daha önce bir giriş yazısı yazmıştım ama sonradan düzenleme ihtiyacı duydum zira insanlara gereksiz yere biraz kin, kan, nefret, öfke kusmuşum; onu tamamen silip baştan yazmak istedim. 

Bu blogun herhangi bir konusu yok, yöneldiği özel bir alan yok. Ben özellikle okuduğum kitaplar ve izlediğim filmlerin kendime göre yorumunu yapmak istiyorum, sanata dair birkaç şey de paylaşabilirsem blog benim açımdan amacını gerçekleştirmiş olacak. Şiir olabilir, deneme olabilir, ben yazabilirim veya beğendiğim yazıları paylaşabilirim; resim olabilir; herhangi bir eser olabilir. Görüp, temas edip unutmak istemediğim her şey olabilir. 

Ve siz de okuduğunuz, gördüğünüz, beğendiğiniz şeyleri paylaşabilirsiniz veya doğrudan yazar olabilirsiniz, böylece bireysel kar için bireysel çaba yerine ortaklaşa yarar için ortaklaşa çaba oluşur, verimlilik artar, içerik zenginleşir, hem yazana hem okuyana daha faydalı olur falan filan. Yani aslında asıl amaç bu, özgün ve geniş bir içerik üretilsin, yazan da okuyan da keyif alsın. 

Bu bağlamda, eğer bu yazıyı okuyorsanız ve düşüncesi size güzel geldiyse, iletişime geçerseniz sevinirim:)

kitabipatates@gmail.com



2 Temmuz 2016 Cumartesi

Hamer Kabilesinden Bir Kadın Fotoğrafı Üzerine İlkel Toplumlar Hakkında Düşünceler



Fotoğraf: Gökhan Emre Akıl


Gökhan Emre Akıl'ın beni etkileyen fotoğraflarından birini paylaşmak istedim. 


Hamer Kabilesi'nden bir kadın ve üzerinde Apple tişörtü, oldukça etkileyici.

Suyun ulaşamadığı topraklara Amerikan menşeli bir firmanın tişörtleri ulaşabiliyor.


Hamerlerin dikkat çekici özellikleri süslü saç modelleri ve takılarıymış. Saçlarına kırmızı kil, su ve tereyağı sürüp tutam tutam ayırıyor ve ayırdıkları tutamların ucuna renkli boncuklar takıyorlarmış. Kollarına, bileklerine, ayak bileklerine demir bilezikler takıyorlarmış. Erkeklerin 3-4 tane eşi oluyormuş ve evli kadınlar boyunlarına taktıkları kolyeden ayırt ediliyormuş. İlk eşin taktığı kolye metal ve deri karışımı özel bir kolyeymiş ve kadın bunu ömrü boyunca boynundan hiç çıkartmıyormuş. İkinci ve üçüncü eşler ise sadece metal kolye takıyormuş. Kabilede evlilik sadece kabile üyeleri ile yapılabiliyormuş. Genç kızlar ve erkekler, evlilik öncesi sünnet ediliyormuş. Pek çok Afrika kabilesinde kadınlar sünnet ediliyor ve bu, kızlıktan kadınlığa geçmenin bir şartı olarak görülüyor. Sünnetsiz kadınlar, kabilelerine ihanet etmiş sayılıyorlar. Hatta hayat kadını statüsüne konup "kirli" olarak addediliyorlar.

Evet, kadın sünneti tüyler ürpertici ama şöyle bir şey söylemem gerek: Yerlilerin ilkel olduğu, vahşi olduğu düşüncesine en baştan karşıyım. Bunlar onların ölümlerini meşrulaştırmak için onlara atfedilen sıfatlar ve "ilkel" olmak da kötü bir şey değil. Batı toplumu modern mi? Tüm "medeniyet"leri sömürge üzerine kurulu, tarihleri cinayetle, vahşetle dolu ama bu toplumlar ilkel, onlar modern oluyor ve nasıl oluyorsa bunu da herkese kabul ettirebiliyorlar. Avrupa uygarlığının diğer bütün toplumlardan üstün olduğuna dair mesnetsiz bir inanış var. Oysa ilkel toplumlar, sadece devletsiz toplumlar bu da onların bir iktidara sahip olmadığı anlamına gelmiyor, toplum ile iktidarın birbiriyle ayrışmamış olduğu anlamına geliyor.

Keşke biz de bizi yönetecek bir iktidara ihtiyaç duymayacak bir seviyede olsak, maalesef ki değiliz. İnsanların yönetilme arzusunu hiçbir zaman anlayamadım ama belki sebeplerinden birinin, sorumluluktan kurtulma isteği olabileceğini düşünüyorum. Küçük İskender diyor ki: “Yönetme arzusu, belki kabullenilemez ama güdüsel bahanelerle makulleştirilebilir; ancak yönetilme arzusu diye bir olgu yoktur.” Bana göre tam tersi, yönetilme arzusu diye bir şey vardır. İnsanlar başlarında birinin bulunması ihtiyacı hissediyor çoğu zaman; bu sizin akıl danıştığınız bir arkadaşınız olabilir, bir büyüğünüz olabilir, hayattaysa çok şanslısınız, belki babanız olabilir. O kişinin sizin hayatınıza yön vermesini arzu edersiniz, bir şekilde onun söylediklerini yapmak istersiniz ve hayatınızda böyle biri yoksa kendinizi boşlukta hissedersiniz. İşte bu kişi, sizin için bir iktidardır. Siz kendi davranışlarınızdan sorumlusunuz elbette ama bazen ne yapacağınızı bilemediğiniz zamanlar olabilir, birine sorup onun söylediklerinin peşinden gitmek de sizi sorumluluktan kurtulmak değilse bile sorumluluğu paylaşmak adına biraz rahatlatabilir. Aynı şekilde insanlar, eğer demokrasi ise yaşadıklarının adı, toplum adına kararlar alıp bunları uygulamaları için vekiller seçer, kendileri ile eşit seviyedeki diğerlerine “yöneten” der ve bu şekilde “yönetilen” olmuş olurlar.

Hem bireysel hem de kitlesel anlamda yönetilme arzusu –ne yazık ki– vardır. Yönetilme arzusuna sahip olmayan, kendi davranışlarından yalnızca kendisinin sorumlu olduğunu kavrayabilecek ve bunu kaldırabilecek kişidir. Bağımsızdır, kurala ihtiyaç duymaz. Çünkü kurallar, birileri tarafından ihlal edildikleri için kuraldır. Kanunlar da böyledir, eğer kimse ihlal etmeseydi o konu kanunda zaten düzenlenmezdi. Kurallara ihtiyaç duymayanlar da kuralları ihlal etmeyenlerdir. Kuralları ihlal edenler ve kuralları ihlal edenler tarafından hakları veya menfaatleri ihlal edilenler, kurallara ihtiyaç duyar.


İlkel toplumlar, eşitsizliği reddederler ve yoksulları sömüren zenginlerin bulunmadığı sınıfsız bir toplum yerilecek değil imrenilecek bir toplumdur. 16. yüzyılın başlangıcında ilk Avrupalılar, Güney Afrika yerlileri için “İnançsız, kanunsuz, kralsız vahşiler” demektedir. Bununla ilkel toplumların “gerçek toplum”lar olmadığını iddia ederler, sırf kendilerinden farklı diye onları anlamaya bile çalışmadan yaftalarlar. İlkel toplumların inançları da vardır, kanunları da. Dahası ve daha güzeli, onların kralları kendileridir; toplumun kendisi bizzat yöneten konumundadır. İlkel toplumlarda şef, iktidardan yoksundur. Olur da şef iktidar arzusuna kapılır ve bu arzu belirgin hale gelirse kabile tarafından terk edilir. 


Buraya kadar, ilkel olmanın geri kalmışlık olmadığını hatta bana göre üstünlük olduğunu biraz anlatmaya çalıştım. Şimdiyse ilkel toplumların çoğunda görülen ve Hamerlerde de olan bir ritüelden bahsetmek istiyorum. Toplum üyelerinin toplum tarafından kabul edilmek, çocukluktan yetişkinliğe adım atabilmek için kendilerini fiziksel olarak kanıtlamaları gerekiyor ve bu da birçok fiziksel acıya katlanmalarını gerektiriyor. Yerliler için çocukluktan yetişkinliğe geçiş de tıpkı doğum ve ölüm olayı gibi değerlendiriliyor, buna özel bir önem atfediliyor. Artık çocuk sayılmayacak bireylerin biyolojik olgunluğu toplum tarafından tanınıyor, böylelikle toplumun bünyesine böylelikle yeni yetişkin insanlar katılmış oluyor, toplum önünde çeşitli fiziksel acılara katlanmalarının beklenmesi ve bu aşamayı başarıyla geçirmeleri de onların bu topluma tam ve kesin aidiyetlerinin toplum tarafından kabul edildiğinin bir göstergesi olarak algılanıyor. Geçiş ayinlerinde, adayın vücuduna dövmeler çiziliyor, vücudunda kesikler açılıyor, vücudu kırbaçlanıyor ve tüm bunlara sessiz bir şekilde katlanması gerekiyor. Ayin sırasında kişi bayılırsa eğer bu da sembolik bir ölüm olarak kabul ediliyor ve kişi ayıldığında yeniden doğmuş oluyor. Yani toplum tarafından toplumun üyelerine bilinçli olarak verilen fiziksel acı, toplum tarafından kabul edilmenin bir şartı ve benim çeşitli kaynaklardan okuduğum kadarıyla ilkel toplumlarda böyle bir şey hep var.

Bir konu hakkında yorum yapmaya başlamadan önce o konuya dışarıdan bakarak ilk aklımıza geleni söylemek yerine konuyu derinlemesine araştırıp ondan sonra yorum yapmak gerektiğini düşünüyorum. Tabii tüm bu bilgilerden sonra da bizim için yine tüyler ürpertici bir şey.

Hamerlerin bir de kırbaçlama ve boğa atlama seremonileri varmış. Evlenmek üzere olan genç erkeklerin yetişkinliğe kabul töreninde kadınlar şarkı söyleyip geleneksel danslarını yapıyor. Erkekler, yüzlerini ve vücutlarını beyaz bir boya ile boyuyor. Boğaların üzerinden atlayacak genç erkeğe annesi veya kız kardeşlerinden biri yaklaşıyor, birazdan yapacağı şey için destek veriyormuş. Tam da bu sırada, kadının çıplak olan sırtı kırbaçlanıyormuş. Ailenin diğer kadınları da erkeğin yanına geliyor ve onlar da kırbaçlanıyorlarmış. Bu ritüel, kabilenin ailevi bağlarını güçlendirmek anlamına geliyormuş. Aile için bu seremonide kendilerini feda eden genç kızlar, artık o erkek tarafından koruma altına alınıyormuş. Seremonide yer alan kadınlar, erkekler tarafından onurlu kabul ediliyormuş. Kırbaçlama sonucu kadının sırtında oluşan yaralar da kadının kendisini feda ettiğinin bir ispatı olarak sayılıyor, kadının gururu oluyormuş. Daha sonra asıl seremoniye yani erkeğin boğa üzerinden atlamasına geçiyorlarmış ve erkeğin, boğaların üzerinden 4 kez düşmeden atlaması gerekiyormuş. Bu seremoniyi tamamlayan, başarılı olan erkek artık onurlu bir sosyal statüye sahip oluyormuş ve bir kadınla evlenebilirmiş.

Avrupalılar tarafından ilkel toplumlara atfedilen özelliklerden belki de tek haklı olanı bence vahşi olmaları. Ama bunun da bir sebebi var, onların acı çekmeye bakış açıları gördüğünüz gibi çok farklı. Bize oldukça yabancı gelse de bir amaçları var. İnançları, kesinlikle var. Yanlış olan şeyler, her toplumda olduğu gibi elbette vardır ama bu onların diğer toplumlardan geri olduklarını göstermez. Kaynaklarının sömürülmesini, hayvanlarının sırf onların aç kalması için öldürülmesini, kadınlarının kaçırılmasını hiçbir şey meşru kılmaz. Ne yazık ki Dünya tarihi bunlarla dolu ve insanlar hala sömürülmeye devam ediyor. Sömürünün, vahşetin, kıyımın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Her toplumun inançları, gelenekleri, yönetim biçimleri birbirinden farklıdır ve hiçbiri diğerine üstün değildir. Dünyada yaşananları gördükçe gittikçe daha çok umutsuzlaşıyorum. Bir yandan teknoloji gelişirken, elimizdeki imkanlar sınırsız derecede çoğalırken diğer taraftan insanlık büyük bir çöküntüye doğru gidiyor ve bana göre bunu düzeltebilecek bir sistem de yok. İnsan tarafından kurgulanan hiçbir siyasal sistemin kusursuz olamayacağını düşünüyorum, ideolojilere inanmıyorum. Çünkü her ideolojide mutlaka aksayan bir yön vardır, hatta ideolojinin bir an için mükemmel şekilde işleyecek bir düzen öngördüğünü düşünsek bile insanların elinde bu mükemmellik anında bozguna uğrar. İdeolojik kavgalar da insanları ayrıştırmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Oysa tam da şu an, insanların ayrışmasına değil birleşmesine ülke olarak ve hatta dünya olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlar. Zor zamanlardan geçsek de geleceğin güzel olmasını diliyorum, mevcut durumda buna inanmaya oldukça zorlansam da, sağlıkla kalın.